Her ölümden sonra organların
kullanılması ne yazık ki mümkün olamamaktadır. Hangi şekillerde ölüm vuku
bulduğunda organların kullanılabileceği büyük önem taşır. Böylelikle kamu
oyunda sıkça konuşulduğu gibi deprem gibi felaketler sonrasında cesetlerin
organlarının alınmasının mümkün olmadığı da anlaşılmış olur.
Her ölümden
sonra organların kullanılması ne yazık ki mümkün olamamaktadır. Hangi
şekillerde ölüm vuku bulduğunda organların kullanılabileceği büyük önem
taşır. Böylelikle kamu oyunda sıkça konuşulduğu gibi deprem gibi
felaketler sonrasında cesetlerin organlarının alınmasının mümkün olmadığı
da anlaşılmış olur.
Kadavradan
organ nakli dediğimiz zaman, kalbi durmuş bir insandan söz etmiyoruz. Yani
evinde ya da kaza mahallinde veya deprem veya afet bölgelerinde kalbi
durmuş ve döndürülememiş bir insanın organları organ naklinde
kullanılamaz.
Sadece ve
sadece beyin ölümü gelişmiş yani tıbben ölmüş ama organları zarar görmemiş
insanların organları diğerlerine nakledilebilir. Bunun içinde kalbin hala
çalışıyor olması gereklidir.
Bunu duyar
duymaz içimizde hemen bir kuşku doğuyor; “Yoksa insanların organları
ölmeden mi alınıyor ?”
Asla !
Tıp bugün
gelmiş olduğu düzeyde pek çok noktada kesin verilere ulaşmış olamasa da
artık bir şeyin ayrımını kesin ve tartışmasız olarak yapabiliyor. O da
“ölüm ve yaşam”. Neyin ölüm neyin de yaşam olduğuna dair artık en ufak bir
kuşkumuz yok. Eğer tıbbın böyle bir kuşkusu olsa idi organ naklini de
zaten aklımıza getiremezdik. Çünkü tıpta en temel ilke her bireyin kendi
yaşam hakkı olduğu ve trilyonda bir yaşama dönüş şansı bile olsa bu şansın
sonuna kadar kullanılması gerektiğidir. Hiç kimse için nasıl olsa ölecek
tabiri kullanılamaz. Onu sadece Tanrı bilir. Dolayısıyla ölüm anına karar
vermek de biz doktorların değil, Tanrı’nın bileceği bir iştir. Beyin
ölümünün tam ve kesin olarak ölüm demek olduğunu bildiğimiz ve bundan her
şeyden çok emin olduğumuz için organ naklini söz konusu edebiliyoruz.
«
Geri Dön
|